TBMM Başkanı Mustafa Şentop, "20. yüzyıl aslında bir ara dönem gibi, bir devre arası gibi. Lozan üzerinden bunu söyleyecek olursak Erbakan Hoca'mız da Lozan'a 'devre arası' derdi. İsmet İnönü de Lozan'dan döndükten sonra vermiş olduğu bir röportajda diyor ki 'Türkiye'ye 100 yıl kazandırdık.' Yani, 'Her şeyi müzakere ettik bitirdik, sonuca bağladık.' demiyor. '100 yıl kazandırdık.' diyor." ifadesini kullandı. 

Şentop, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) tarafından "Meclis'in 100. Yılında Türkiye'de Anayasalar ve Siyaset" başlıklı konferansa katılarak bir konuşma yaptı. Daha önce ESAM'da görev yaptığını hatırlatan Şentop, konferansta siyasi kimliğinin yanı sıra bir akademisyen olarak bulunduğunu belirtti. Konuşmasının bu üç çerçeve içerisinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Şentop, 2020'nin TBMM'nin açılışının 100'üncü yılı olduğunu hatırlattı. 

"Anayasalar ve siyaset" başlığının uzun zamandır konuşmalarında ana konu olduğunu aktaran Şentop, bu konuşma için de onu tercih ettiğini söyledi. Anayasaları ve siyaseti birbirine karşıt konumlandırdığını dile getiren Şentop, "Siyaset alanını düzenlemek, siyasette rekabet etmek veya siyasetin alanını daraltmak için anayasalar bir enstrüman olarak kullanıyordu. Sadece Türkiye'de değil, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde tüm dünyada kullanılıyor. Bu bakımdan anayasalar ve siyaseti, aslında ikisini beraber değerlendirmek değil, birbirinin karşıtı iki kavram olarak değerlendirdiğimi ifade edeyim." dedi. 

Anayasa fikrinin Kara Avrupası sisteminin bir ürünü olduğunu vurgulayan Şentop, dünyada farklı hukuk sistemleri bulunduğunu, genel olarak bakıldığı zaman da bu hukuk sistemlerinin içeriğinin farklı şekillerde oluştuğunu söyledi. 

Anglosakson hukuk sistemi, İslam hukuku, Yahudi hukuku bulunduğunu anlatan Mustafa Şentop, Hristiyan hukukunun ise bir Kara Avrupası sistemi içinde tarihi bir dönem olarak değerlendirilebileceğini ifade etti. Bunları birbirinden farklı kılan yapıları olduğuna dikkati çeken Şentop, söz konusu yapılar hakkında bilgi verdi.

"Anglosakson hukukunda içtihatları yargıç yapar"

Anglosakson sisteminin, örf adet kuralları, emsal içtihat ve parlamentonun koyduğu kurallardan oluştuğunu belirten Şentop, şöyle devam etti:

"Hukuk sistemi deyince Türkiye'de hukuk okuyanların aklına hep Kara Avrupası sistemi gelir. İslam hukuku daha çok Anglasakson hukukuna benzer. İslam hukukunda da hukuk morfolojik olarak üç grupta hukuk kuralları var. Bunlardan birincisi naslar, Kur'an ve sünnetteki hukuk kurallarıdır. İkinci grup ise içtihatlar yoluyla oluşmuş kurallardır. Anglosakson hukukunda içtihatları yargıç yapar, hakim kendisi yapar. İslam hukukunda ise içtihatı müctehid dediğimiz belli vasıflara sahip kişiler yapar. Bir de İslam hukukunun üçüncü grup kural kısmı vardır, onlar da naslar ve içtihatlar dışında yasama alanı olarak bırakılmış alandır."

Osmanlı Devletinde bunların kanunnameler yoluyla konulmuş kurallar olduğunu belirten Şentop, şu bilgileri aktardı:

"Bunlar iki türlüdür aslında, bunların bir kısmı müctehidlerin içtihat yoluyla oluşturduğu kurallar, bunların arasında farklar var. Müctehidin ihtilafları. Devlet, bugünkü anlamıyla yasama organı, bu içtihatlar arasında bir tercihte bulunabiliyor, bunu uygulanması zaruri bir kural haline getirebiliyor. Aslında hakim, hukuku uygularken bu içtihatlardan yararlanabiliyor ama devlet başkanı veya yasama organı derse ki 'Şu içtihatla amel edin' diye o zaman o içtihatla amel etmek zorunda oluyor."

Müctehidlerin içtihatla kural üretmedikleri alanlar da olduğunu belirten Şentop, o alanlarla ilgili de yasama organının İslam hukukunun genel ilkelerine aykırı olmamak üzere kural koyabildiğini söyledi. Şentop, "Yani İslam hukukunda da İngiliz hukukuna benzer şekilde bir temel, sabit kuralların olduğu, bunu yasama organının da değiştiremediği bir alan var." dedi. 

"Hukuk bütünüyle bir devlet kreasyonu"

TBMM Başkanı Şentop, konuşmasına şöyle devam etti:

"Gerek İngiliz sisteminde gerek İslam hukukunda, gerek Yahudi hukukunda, kabataslak hukukta iki alan var. Bir sabiteler, değişmezler alanı, bir de değişebilir alan var. Sayısal olarak bakıldığında değişmezler alanı dar bir alan, değişebilir alan ise çok geniş bir alan. Gerek içtihat yoluyla gerekse yasama organının koyacağı kurallar yoluyla. Kara Avrupası hukukunda ise, anayasa orda doğmuştur diyorum ya, burada ise değişmezler alanı yok hukukta. Roma hukukundan itibaren onu devam ettiren bir gelenek. Hukuk bütünüyle bir devlet kreasyonu. Kuralları siyasi otorite koyuyor. Roma'da da öyle, Hristiyan hukuku döneminde de öyle. Hristiyan hukuku dediğimiz hukuk esas itibarıyla Katolik hukukudur. Katolik mezhebinin hukukudur. Ortodokslukta bir hukuk düzeni yok. Çünkü Ortodoksluk güçlü bir devlet iktidarının olduğu coğrafyalarda gelişmiş bir mezhep."

Yorumlar 0 Yorum Var