Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç, The Ever Given gemisinin kazası ile dünyanın gündemine oturan Süveyş Kanalı'nın tarihi ile ilgili dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Her yıl yaklaşık 18 bin geminin geçtiği, Asya ve Avrupa arasında ticari gemilerin en önemli güzergahlarından Süveyş Kanalı, dünyanın en önemli su yollarından biri olarak gösteriliyor. The Ever Given gemisinin kanal içinde karaya oturmasıyla Süveyş Kanalı bir anda tüm dünyanın bir numaraları gündem maddesi oldu. Yeni Şafa yazarı Taha Kılınç'ta bu dünyanın en önemli su yolunun tarihine ilişkin önemli bir yazı kaleme aldı.

İşte Taha Kılınç'ın o yazısı;

Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Aynelhayat adlı Çerkes cariyesinden dünyaya gelen dördüncü oğlu Saîd, tepeden tırnağa bir Fransız gibi yetiştirilmişti. Fransız mürebbiyelerin elinde geçen bir çocukluğun ardından eğitimini Paris’te tamamlayan Saîd, 1854’te “Mısır ve Sudan Valisi” sıfatıyla Kahire’de yönetimi ele aldığında, kelimenin tam anlamıyla iktidara Fransızlar gelmiş oluyordu. Nitekim hukuktan ekonomiye, dış politikadan sosyal meselelere, 1863’teki ölümüne kadar Saîd Paşa’nın bir kulağı Paris’teydi. Paşa, kâğıt üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir vali olsa da, aslında Mısır fiilen Osmanlı’nın elinden çıkmış, Avrupa’nın dümen suyuna girmişti. Balkan kökenli bir hanedan olan Kavalalılar, kendilerine ait olmayan bir ülkeyi Avrupalılara pazarlıyordu.
 

Fransız işadamı ve diplomat Ferdinand de Lesseps, 30 Kasım 1854’te Saîd Paşa’yla yaptığı uzun görüşmede, Kızıldeniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayacak bir kanalın inşası için imtiyaz elde etmeyi başarmıştı. Küçük rötuşlarla 1856’da yenilenen imtiyaz anlaşması çerçevesinde hazırlanan projenin operasyon merkezi Mısır’ın İskenderiye kentinde bulunurken, yönetim ofisi ise Paris’teydi. Ferdinand de Lesseps, sonraki iki yılı finansman arayışı içinde geçirdi, ancak işi hiç de kolay değildi. İngiltere Başbakanı Lord Palmerston, gelecekteki resmî adıyla Süveyş Kanalı’nın inşasına bütün gücüyle karşı çıkıyordu. Projeyi küçümseyen, kanalı da kullanışsız ve aşırı masraflı bir hayal olarak gören Palmerston’ın yorumlarını İngiliz diplomasisi ve basını da tekrarlıyordu. Londra’yı böyle davranmaya sevk eden temel sebep, ana ticaret yolları üzerindeki İngiliz hâkimiyetinin sarsılacağı endişesiydi.

Paris-Kahire-İstanbul-Londra hattında mekik dokuyarak projeyi hayata geçirme teşebbüslerini sürdüren Ferdinand de Lesseps, sonunda kanalın yapımı ve işletimi için kurulacak şirketin hisselerini kamuya arz etmeye karar verdi. 5 Kasım 1858’de başlayan arza İngiltere, Rusya, Avusturya ve Amerika Birleşik Devletleri’nden talep olmayınca, Fransızlar ve Mısırlılar hisseleri paylaştı. Yüzde 50’yi Ferdinand de Lesseps ve ortakları aldı, yüzde 44 Saîd Paşa hükümetinin oldu, kalan hisseler de şahıslar tarafından satın alındı. 15 Aralık 1858’de resmen kurulan Süveyş Kanalı Şirketi, ertesi yıl kanalın yapımına başladı. Altı yılda tamamlanması planlandığı halde iş kazaları, teknik zorluklar ve salgın hastalıklar nedeniyle verilen zorunlu araların ardından, Süveyş Kanalı 17 Kasım 1869’da, Mısır’ın yeni hâkimi Hıdiv İsmail Paşa’nın himayesinde düzenlenen görkemli bir törenle açıldı.

Ne büyük bir fırsatı teptiğini çabuk fark eden İngiltere, 1875’te sürece dâhil oldu: Başbakan Benjamin Disraeli’nin Kraliçe Victoria’yı harekete geçirmesiyle, Hıdiv İsmail’in uhdesinde tuttuğu yüzde 44’lük kanal hissesi, Mısır’ın acil borçlarına karşılık İngiliz hükümetince satın alındı. Hikâyenin devamında Mısır’ın 1882’de İngiltere tarafından işgali ve 1956’da Cemal Abdunnâsır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesine kadar devam eden diplomatik ve siyasî bir çekişme var ki ilgilisine malumdur.

İngiltere, Süveyş Kanalı projesinde sergilediği öngörüsüzlüğün ve bönlüğün bir benzerini 1932’de de sergiledi:

Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz, o yılın mayıs ayında oğlu Prens Faysal başkanlığında bir heyeti, İngilizleri ülkesinde petrol aramaya ve bulunursa birlikte işletmeye ikna etmek için Londra’ya göndermişti. Heyette bulunan, Kral’ın özel danışmanı Fuad Hamza Bey, İngiliz hükümet temsilcisi Sir Lancelot Oliphant’a meseleyi açtı. Hamza Bey’in “Amerikalılar, bizim ülkemizde de petrol bulunabileceği yönünde rapor hazırladı. Kralımız, bu işi İngilizlerle yapmak istiyor. Lütfen bize 500 bin sterlin kredi verin. İngiliz şirketleri de petrolü aramak için çalışmaya başlasın” sözlerine, Oliphant’ın cevabı kibirli ve netti: “Bizim şirketlerimiz, İngilizlerin hazırlamadığı raporları esas almaz. Ayrıca, böyle az bilinen bir ülkeye sermaye gömeceklerini de zannetmiyorum.”

Suudi heyeti Londra’dan Arabistan’a eli boş dönse de, Amerikalılar boş durmamıştı. 1938’de ABD’li bir konsorsiyum tarafından Suudi Arabistan’da ilk petrol rezervleri keşfedildiğinde, bu “az bilinen” ülkenin, devasa bir petrol denizinin üstünde oturduğu da ortaya çıkacaktı. İngilizlere öfkesi geçmeyen Kral Abdülaziz, 14 Şubat 1945’te ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’le yaptığı ünlü görüşmede, ülkesinde petrol arama, çıkarma ve pazarlama imtiyazını Amerikalılara verecekti. İşin ilginç yanı, Abdülaziz-Roosevelt görüşmesinin, Süveyş Kanalı’na demirlemiş bir Amerikan savaş gemisinde gerçekleşmesiydi.

Tarih, gülünç sürprizlerle doludur.

Yorumlar 0 Yorum Var