Zekeriya SAY'ın köşesinden: Rus'un silahı Amerika'nın hurdası, PKK'nın mermisi...

Seslendirme: Gamze TÜRK

Kurgu: Serkan KARAHALİLOĞLU

 

Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nda Yunanistan ile mücadelesini bir ölçüde Ruslardan aldığı silah yardımı ile kazandı. Sovyetler Birliği bize hem altın hem silah yardımı yapıp, düşmanı kovmamızda büyük katkı sağladı.

Ruslardan silah yardımı almak için Moskova’ya giden heyette yer alan Dr. Rıza Nur, hatıratında bu durumu şöyle anlatıyor:

“Moskova’ya geldiğimiz vakit ilk iş, Garp cephesinde cephane yetiştirmekti. Yunanlılar tecavüz ederse, cephane yoktu. Sivastapol’da beş milyon mavzer fişengi varmış. Sırf Ali Fuad’ın himmeti, gayreti ile bu fişekler alındı. Bu cephane bizim kaçakçılar vasıtasıyla adeta 24 saatte Sakarya ağızlarına kadar döküldü. Oralardan da kadın erkek köylü nineler ile taşıdılar. Bu vatan hizmetleri o kadar büyüktür ki, bunsuz zafer mümkün olmazdı.”

Tabii işin trajik yanı ise, o süreçte Türkiye adına Moskova’da bulunan Kût'ül-Amâre Zaferi’nin kahraman komutanı Halil Kut Paşa bile, Mustafa Kemal'e gönderdiği telgrafta, komünist Ruslara diyet borcu olarak, “Halil Yoldaş” imzasını kullanmıştı.



Türkiye’yi Batı’ya kaptırmak istemeyen Ruslardan yüz binlerce altın ve silah yardımı alan Türkiye, daha sonra Sovyetler Birliği'ne dirsek çevirerek dümeni ABD’ye kırdı. 1960’lı yılların başında, yeni müttefikimiz Amerika, “geçici” de olsa Türkiye’ye, Hiroşima’ya atılan nükleer bombanın 100 katı gücündeki Jüpiter füzeleri hediye etti.

“Minare” gibi açık alanda duran füzeleri benimseyen Türk halkı da,  İngilizce kısaltması “IBRM” olan orta menzilli Amerikan balistik füzelerine, yerli ve milli bir isim olan “İbrahim” adını verdi.



1980’li yıllara gelindiğinde, milli imkanlarla ancak “Anıtkabir’in bayrak direğinin ipini üretebilen” Türkiye, ordusunu maalesef Batı’nın “hibe” diye verdiği envanter fazlası hurdalarla teçhiz ediyordu.

Örneğin Washington yönetimi, “Size 100 adet M1A1 Abrams tankı hibe edelim" dediğinde, Türkiye’yi yönetenler, Amerikan hurdaları için mutluluktan uçuyordu.

 

Türkiye, savunma sanayisinde ve harcamalarında geri kalmışlığın sancısını en çok 1988’den sonra, PKK ile verdiği mücadelede hissetti.

Bizim sözümüze itibar etmeyen “laikçi kesimi” ikna etmesi bakımından, bu duruma yönelik Sözcü Gazetesi Yazarı Saygı Öztürk’ün 15 Ağustos 2014 tarihli yazısından bir alıntı yapayım.

Hoş, Saygı Öztürk de zaten yazısındaki bilgileri, 15 Temmuz gecesi “Kimse sokağa çıkmasın” diyen İYİ Partili Emekli Albay Erdal Sarızeybek’in 'Şemdinli'de Sınırı Aşmak' adlı kitabından, isim vermeden araklamış.

Saygı Öztürk, bir albayın kitabından derlediği bilgilerle TSK’nın o yıllarda içine düştüğü acziyeti şöyle anlatıyor: 

“PKK, 1988 yılına kadar silah ve mühimmat sıkıntısı çekiyordu. O yüzden zorunlu olmadıkça ateş etmiyor, ateş ederken bile mermisiz kalmamak için atış kısıntısı yapıyordu. 1988’den itibaren Irak Ordusu’ndan çaldıkları, Irak Ordusu içindeyken kaçan Kürt askerlerden parayla aldıkları silahlar PKK’lıları rahatlatmaya başladı. 10-15 dolara Kalaşnikof silahı alıyorlardı. Arkasından ordu dağılmaya başlayınca, yalnız Kalaşnikof silahı değil, nokta atışlı, suikast silahı olarak da bilinen Kannas’lara, Türk Silah Kuvvetleri’nde bulunmayan Bix marka makineli silahlara, uçaksavardan daha güçlü ve uzun menzilli Dockalara kavuşup uçak ve helikopterlerimizi hedef aldılar. O dönem yine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinde bulunmayan RPG-7 roketatarı, askerlerimiz kendilerine karşı PKK kullandığı zaman görmüşlerdi. Terörle mücadele eden birimlerde MG-3 silahı bulunuyordu. Teröristlerin kullandığı silahın çok gerisinde olan bu silah, sudan, tozdan hemen etkileniyor, atış yapıldığı zaman çıkardığı ses ise askerin nerede olduğunu ortaya koyuyordu. Böylece, teröristleri yanıltma olanağı da yoktu. Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanlığı döneminde, komutanlar teröristin silah üstünlüğüne karşı önlem geliştirdi. Bazen kendileri, bazen kaçakçılar aracılığıyla Kuzey Irak’tan Kalaşnikof, Kannas, Bix’ler, RPG-7 roketatarlar alınmaya başlandı. Teröristlere karşı, teröristlerin elinde bulunan silahlarla mücadele edildi. Silahlar için kullanılacak yeterli mermi olmadığı için, teröristlerden elde edilen mermiler yine onlara karşı kullanıldı.”



Erdal Sarızeybek’in kitabında yer alan fakat Öztürk’ün yazısında olmayan önemli bir yeri de ibret verici olması hasebiyle ben aktarmak istiyorum.

Emin Çölaşan’ın “buğulu gözlü” diye yücelttiği İP’li Sarızeybek, 90'larda askerlerin PKK ile ne kadar güç koşullarda savaştığını, teröristlerin güçlü silahları karşısında çaresiz kalan Mehmetçik’in, kendi cebinden roketatar aldığını şöyle anlatıyor:

"Dönemin Jandarma Genel Komutanı rahmetli Eşref Bitlis yanıma yanaştı, 'Oğlum bir şeye ihtiyacın var mı' diye sordu. 'Komutanım, şu gördüğünüz RPG-7 roketatar. 10 teröristten biri bu silahı kullanıyor. Bizde 89 milimetrelik roketatar var. Biz teröristlere bir roket atarken, karşılığında beş-altı roket üzerimize geliyor. Şu gördüğünüz, 5-56 milimetrelik Bixi makineli tüfek. Toz, çamur demeden yüzlerce mermi atıyor. Biz de ise MG-3 makineli tüfek var. En ufak tozda tutukluk yapıyor. Bu silahlar Irak'ın kuzeyinde satılıyor. Eğer bana para verilebilirse bu silahlardan alabiliriz' dedim. 'Peki evladım' dedi. Kısa bir zaman sonra Hakkâri Valiliği'nden para geldi. Derecik'in meşhur Iraklı Cemil'ine silah siparişleri verildi. Kader bu ya, alınan silahları, Eylül 1992'deki ünlü Derecik çatışmasında PKK'lılar gaspetti. Ama biz yılmadık. Aramızda para topladık. Her bölük, silahını kendisi temin etti.”



Tabii bu noktada, AK Parti’ye karşı verilen 27 Nisan e-muhtırasında imzası olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, İsrail’den alınan Heron’lara güvenerek yaptığı açıklamasında, "PKK artık ayağını denk alsın. Unutmasın ki artık bizim için PKK'nın oradaki kampları ve hareketleri BBG evi (Biri Bizi Gözetliyor) gibidir. Yeter ki gidip vurabilme imkanı sağlansın. Oraları artık elimizin, avucumuzun içi gibi biliyoruz" dediğini.. Gerçekte ise görüntülerin İsrail’de işlenip, 8 saat gecikmeli olarak Türkiye’ye verildiğini..

TSK’nın da bu yüzden PKK’lılarca boşaltılan yerleri bombaladığını hatırlatmakta fayda var.



Genelde sol kaynaklara dayandırdığım tüm bu örnekleri neden aktardığımı az çok tahmin etmişsinizdir.

Malumunuz 19 Kasım 2022 gecesi, gözbebeğimiz Türk Silahlı Kuvveleri, Suriye ve Irak’ta bulunan terör inlerine karşı tarihin en kapsamlı hava harekâtını icra etti.

“Pençe-Kılıç Hava Harekatı” adı verilen bu operasyonu önemli kılan ise milli ve yerli imkanlarla üretilen mühimmat ile araçların kullanılmasıydı.

"Sığınak delen" olarak bilinen Nüfuz Edici Bombalar, Lazer Güdüm Kitleri, yerli ve milli SİHA’lar…

Düşünün, bombaları uçaklara yüklemekte kullanılan bomba yükleme aracının ismi “Seyit Onbaşı..”

Buna rağmen birileri hala “Tayyip Erdoğan ne yaptı?” diyor ya..

Ağızlarını, “Anıtkabir’in bayrak direğinin ipiyle” bağlayasım geliyor!

Yorumlar 0 Yorum Var