Ahmet Türkben'in Haber7 için kaleme aldığı, "Kurban: Ailede başlayan, rahmetle yoğrulan bir toplum tasavvuru" yazısı şöyle:

BİR AİLE, ÜÇ İMTİHAN, BİRLİKTE ADANMAK

Kurban, insanlığa örnek olan bir ailenin birlik içinde Allah’a yönelişiyle başlayan, sadakatle örülen bağların zaman ve mekânı aşarak rahmet merkezli bir medeniyete dönüştüğü kutlu bir yürüyüştür. Her medeniyetin temelinde aynı amaca yönelmiş fertlerden oluşan bir aile vardır; kurban da işte bu birlikte adanmışlığın ibadetle vücut bulmuş halidir.

Bu yürüyüşün öznesi, örnek bir İslam ailesidir; Hazreti İbrahim, Hazreti Hâcer ve Hazreti İsmail’den oluşan bir aile.

Her biri kendi sınavını vermiştir.

Hazreti İbrahim, imanı sadakatle perçinleyerek,

Hazreti Hâcer, sabırla tevekküle tutunarak,

Hazreti İsmail ise teslimiyeti gönülden rızaya dönüştürerek imtihanlarını yüz akıyla vermiştir; zira bu üç ayrı imtihandaki adanmışlık, tevhid üzere kurulan bir ailede birleşmiş ve rahmetle yoğrulan bir toplumu inşa etmiştir.

Hazreti İbrahim’in sadakatiyle başlayan, Hazreti Hâcer’in tevekkülüyle sağlamlaşan ve Hazreti İsmail’in teslimiyetiyle kemale eren bu imtihan ve bu adanmışlık; sadece bir aileyi değil, bir ümmeti yoğuran manevi bir inşa sürecine dönüşmüştür. Her biri farklı sınanmış olsa da hepsi aynı hakikate yönelmiş, aynı Rabbe gönülden bağlanmıştır. Bu sebeple kurban, imanı birlikte taşıyan kalplerin ortak adanışıdır.

İlahi rahmet, bu imanın üzerine inmiş; sabrın ardından bir ikram olarak hem maddi hem manevi bereketler tecelli etmiştir.

Kurban, önce aileden başlamak suretiyle büyük İslam ailesi olan ümmetimizin birlikte şükretme, birlikte infak etme ve birlikte merhameti büyütme çağrısıdır. Her kurban; bir gönülden, bir aileden, bir yuvadan yükselen şükrün ve kardeşliğin sesidir. Kalpleri yumuşatır, gönülleri birbirine yaklaştırır, aramızda köprüler kurar. Kurban, birlik içinde Allah’a adanmanın sembolüdür. Bu adanış; bir ailede başlar, bir milleti yoğurur, ümmet-i Muhammed’le bütünleşir ve tüm insanlığa rahmet olarak ulaşır.

Ailece yaşanan bir kulluğun, ümmetçe yaşatılan bir kardeşliğe dönüşmesidir kurban ve her yıl yeniden hatırlatır bize:

Bir aile birlikte Hakk’a adandığında bir millet şahlanır.

Bir millet; erdemli, şuurlu, nitelikli ve adanmış nesiller yetiştirdiğinde bir ümmet dirilir.

Bir ümmet, bağımsız ve hür iradesiyle yeniden toparlandığında ise
hüzün olan yere sevinç, gözyaşı olan yere merhamet, zulüm olan yere adalet taşınır
ve yeryüzü yeniden huzur ve emniyet yurdu hâline gelir.

YAKINLIK VESİLESİDİR KURBAN

Her medeniyet, kendi ibadet diliyle anlamını kurar. Kurban, bizim medeniyetimizin en güçlü şahitlerinden biridir. Bu medeniyetin vicdanı kurbanla konuşur, takvayla kökleşir, infakla dirilir.

Kurban, yakınlaşmaktır. Kulun Rabbiyle arasındaki mesafeyi kaldırma niyetidir; bir yakınlık arayışıdır. “Mukarrabûn” zümresine dâhil olma duasıdır; zira Allah’a yaklaşmak, sadece yönelmekle değil, yaklaşmanın yoluna girerek mümkün olur. İşte kurban, o yolda açılan bir kapıdır. Cenab-ı Hakk, kuluna şah damarından daha yakındır şüphesiz; ancak kulun sunduğu her salih amel, o yakınlığı fark ettiren ve artıran bir vesiledir. Kutsî hadiste bu hakikat şöyle dile getirilir: “Kulum, Bana kendisine farz kıldıklarımdan daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşamaz...” (Buhârî, Rikāk 38). Farzlar arasında ise namaz, Allah’a doğru bir urûcdur; kalbin miracı, ruhun secdesidir. Diğer ameller, bu yükselişi sabitlemek, kalıcı hâle getirmek içindir.

İbadetler arasında görünmeyen bağlar vardır; her biri diğerini besler. Bu bağların merkezinde ise namaz vardır. Müminin secdede Rabbine yakınlaşması ne ise, kurban da o yakınlığı kalp ve eylem düzleminde pekiştirmektir. Cemaatle saf tutanların birlikteliği, nasıl gönülleri kaynaştırıyorsa kurban da yardımlaşma ve paylaşma ile gönüller arasında köprüler kurar. Kur’an-ı Kerim bu bağa şöyle işaret eder: “… onlardan hem kendiniz yiyin hem de kanaat edip istemeyen fakire ya da hâlini arz edip isteyen fakire de yedirin.” (Hac, 36)

Kurban hem Allah Tealâ’ya hem Peygamberimize bir yakınlık vesilesidir. Peygamber Efendimiz’in hayatı, sadece emirleri değil, örnek oluşuyla da ümmeti için bir pusuladır.

Kurban, o örnekliğe gönülden bağlılığın, Rasûl’e duyulan sevginin fiilî bir nişanesidir çünkü Peygamberimiz, her yıl kurban kesmiş ve ümmetini de bu ibadete teşvik etmiştir.
Onun şu uyarısı bu ibadetin ümmete mensubiyetle olan bağını açıkça ortaya koyar:
“İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın.” (İbn Mâce, Edâhî 2)

Bu hadis, maddî bir imkânsızlıktan öte manevî bir vefasızlığa da işaret eder; zira kurban, ümmete aidiyetin, Rasûl’e sadakatin bir göstergesidir.

Her kesilen kurban, aynı zamanda Peygamberimize bir salat-ü selamdır. Onun sünnetine, hayat tarzına ve ümmet bilincine bağlılık beyanıdır. Bu yönüyle kurban, Peygamberimiz’in açtığı yolda yürümeye dair verilen bir sözdür. Bir ümmete ait olmanın, o ümmetin değerlerini sahiplenmenin müşahhas göstergesidir. 

TEVHİDİN KANLA YAZILAN AYETİ

Kurban, tevhidin ete kemiğe bürünmüş halidir. Her bıçak darbesi, kalbin yalnızca Allah’a ait olduğunu haykıran bir sadakat yemini; Rabbinden başkasına boyun eğmeyen bir kalbin, şirkten arınmış bir vicdanın secdesi gibidir. Kesim anında dillendirilen “Bismillahi Allahu ekber” zikri, kulluk bilincinin dilde vücut bulmuş hâlidir. Bu bağlamda Allah’tan başkasının adıyla kesilen bir hayvan hem murdar hem de bir tevhid ihlâlidir; çünkü kurban, yalnız ve yalnız Allah için kesilir.  

Kur’an-ı Kerim, bu yönelişi şöyle beyan eder:

“Ben, samimi bir muvahhit olarak, yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim.” (En’âm, 79)
Bu ayet-i kerime, bir akide bildirisi olmakla birlikte varoluşun, yönelişin, niyetin ve niyazın rotasını tayin eden bir kulluk beyanıdır.

Kurban, bu beyanın eyleme dökülmüş hâlidir; çünkü iman, kalpte saklı bir inanç değil, hayatın tamamına sinmiş bir yöneliştir. Kurbanla birlikte bu yöneliş ete, kana ve harekete dönüşür. O anda asıl kesilen; bâtıla dair tüm eğilimler, dünyevî ihtiraslar ve içte gizlenmiş şirk ve nifak izleridir.

Her kurban, tevhidin yeniden ilanıdır. Her bir “Allahü ekber” zikri, yalnızca Allah’ı en yüce bilen bir kalbin haykırışı; her kesim anı ise, kulun Rabbinin huzurunda istikametini ve aidiyetini açıkça ortaya koymasıdır.   

KURBANIN KALBİNDEKİ SIR: NİYET VE TAKVA

Kurban, dışarıdan bakıldığında basit bir kesim işlemine benzetilebilir; ancak görünürdeki bu eylemin ardında, ihlaslı bir iç yolculuk, anlamla dolu bir bağlılık ve bilinçli bir yöneliş saklıdır. Onu ibadet kılan, elin hareketinden çok, kalbin yönüdür. Yüzeyde gerçekleşen bir kesimden ibaret olmayan kurban, esasen bir duruşun ve aidiyetin dışa yansımasıdır.
Kur’an-ı Kerim bu gerçeği veciz şekilde bildirir:

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; O’na ulaşacak olan yalnızca sizin takvanızdır.” (Hac, 37)

Buradaki takva; Allah’a karşı gelmekten sakınmanın, günahlardan korunmanın, hassas bir duruşun adıdır. Kurban ibadetinde bu duruş ete, kana, vakte ve niyete siner. Her kan damlası, insanın içinden geçenlerin dışa taşan simgesidir.

İbadet, davranış değil sadece, o davranışın ardındaki iç tutarlılıktır. Şekil, eğer ruhla beslenmemişse, anlamdan ve hikmetten uzaklaşır.  Kurbanı değerli kılan, hayvanın kıbleye çevrilmesinden ziyade insanın kendini yönlendirdiği menzildir; çünkü her ibadet, özünde bir yön tayinidir. Doğru yöne hareket etmediği sürece ne kesim anlam taşır ne de zahmet.

Kur’an-ı Kerim, bu teslimiyeti şöyle çerçeveler:

“Benim namazım, kurbanım (diğer ibadetlerim), hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En‘âm, 162)

Bu ayet-i kerime, ibadetin kapsamını belirlerken ona ruh veren asıl kaynağın da altını çizer: aidiyet. Her eylem, Cenab-ı Hakka’a ait olduğu bilinerek yapılırsa ibadete dönüşür. "Biz Allah`a aidiz." (Bakara,156) deyişimiz bu itikadî mensubiyeti ifade eder. 

Kurban ibadeti, zamanla çevrili olsa da anlamı zamansızdır. Kurban günü kesilen hayvan, kısa ömürlü bir takdim olabilir; ama insandaki arayış, teslimiyet ve bağlılık, ömür boyu sürer. Asıl mesele, o gün yapılanı, bütün bir hayata taşıyabilmektir

İBRAHİMCE BİR SADAKAT, İSMAİLCE BİR TESLİMİYET, HÂCERCE BİR TEVEKKÜL: AİLECE ADANMIŞLIK

Kurban, bir hatırlama ve bir hatırayı yaşatma sorumluluğudur. Her yıl dillerden düşmeyen tekbirler, binlerce yıl önceden bugüne ulaşan ilahî çağrının yankısıdır. Hazreti İbrahim ile oğlu Hazreti İsmail’in kıssası, bir baba-oğul imtihanı olmaktan öte ailece sergilenen örneklikle teslimiyetin, sadakatin ve ilahî emre kayıtsız şartsız boyun eğmenin en güzel örneğidir. Saffat suresinde anlatılan bu sahne, her kurban kesiminde yeniden can bulur. Her damla kan, Hazreti İsmail’in sabırla uzattığı boynunun; her bıçak darbesi, Hazreti İbrahim’in titremeyen elinin bir uzantısı gibidir. Kurbanın ruhu işte orada, o dua ile secde arasındaki sükûtta hayat bulur.

Bu hâdisede yalnızca iki kişi yoktur aslında. Görünmeyen bir üçüncü kahraman daha vardır: Hazreti Hâcer Validemiz. O, susuz çöllerde tek kelimeyle tevekkülün adıdır. “Bunu sana Allah mı emretti?” sorusuna aldığı “Evet” cevabıyla, tüm korkularını bir kenara bırakıp "Öyleyse Allah bizi korur." diyerek teslim olmuş bir annedir. Safâ ile Merve arasında koşarken yankılanan ayak sesleri, sabrın haykırışıdır. Zemzem’in doğuşuna vesile olan da bu sabırdır, bu teslimiyettir.

İbrahim Ailesi, Allah’a ailece adanmanın ve sadakatin en güzel örneğidir. Baba feda eden, anne rıza gösteren, evlat boyun eğen... Bu aile bize gösterir ki gerçek kurban; arzuların, tereddütlerin ve beklentilerin Allah’a teslim edilmesidir ve kalbin ailece kıbleye yönelişinin meyvesi, Kurban Bayramı’dır: bir arınma, bir yenilenme ve bir ibadet mevsimi.
Hazreti İbrahim’in gözünde evlat değil, imtihan; Hazreti İsmail’in kalbinde can değil, emir; Hazreti Hâcer’in ruhunda korku değil, tevekkül vardır. Bu güzel aile, tarihin en sessiz ama en anlamlı teslimiyet örneğinin yaşayan şahitleridir. Adayanla adanan arasındaki bu ilahî irade buluşması, kulluğun zirve hâlidir. Bu teslimiyet, sorgusuz bir boyun eğiş olmanın ötesinde gönüllü bir rızadır. Hazreti İsmail’in sözleri hâlâ tüm müminlerin kalbinde karşılık bulur: “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Saffat, 102)

Her yıl kurban ikliminde bu kıssa yeniden yaşanır. Her mümin, kurbanıyla bu hatıraya dahil olur. Ya Hazreti İbrahim’in elini tutar eliyle ya da Hazreti İsmail’in boynunu taşır bedeninde… Belki de Hazreti Hâcer’in sabrını taşır yüreğinde; çünkü bu kıssa, tarihte kalmış bir olay olarak görülemez, evet bu kıssa, kıyamete kadar insanlığın kalbine nakşedilmiş bir kulluk manifestosu olarak kurbanla ve hac ibadetiyle ilelebet yaşatılacaktır.  

HAC VE KURBAN: İBRAHİMÎ MİRASIN İKİ KANADI

Kurban ve hac, aynı imanın iki farklı dili; teslimiyetin ve adanmışlığın iki kutlu tezahürüdür. İkisi de birer ibadet, birer hatıra, birer iz, birer çağrıdır ve bu çağrının sahibi, Âl-i İbrahim’dir. Kurban, Hazreti İbrahim’in imtihanıyla sembolleşirken hac, Hazreti Hâcer’in tevekkül yürüyüşünde hayat bulur. Biri “ver” diyeni dinlemektir; diğeri, “ara” diyeni sabırla takip etmektir.

Hac, İbrahim ailesinin yeryüzüne işlenmiş bir hatıra haritası gibidir. Safâ ile Merve arasında yapılan sa’y, Hazreti Hâcer’in yalnız çırpınışı değil, tevekkülün ayak izidir. Her hacı, onun duasına ortak olur; Zemzem’in sırrına biraz daha yaklaşır. Arafat’ta Âdem’in tövbesi hissedilir, İbrahim’in duası kabule dönüşür. Mina ise kurbanla zirveye çıkan bir adanmışlıktır: bıçağa uzanan bir teslimiyet, gökten inen bir rahmet.

Tavaf edilen Kâbe, Hazreti İbrahim’in elleriyle yükseltilmiş bir dua ve niyaz makamıdır.

“Rabbimiz, bizden kabul buyur...” (Bakara,127) duasının taşlara işlenmiş şeklidir. Kurban ise o kabulün ete kemiğe bürünmüş nişanesidir. Bu bağlamda hac da kurban da hatırlamaktır: sadakati, sabrı ve sarsılmaz teslimiyeti. Hac yürüyüşü, İbrahim’in adımlarına katılmak; kurban ise o yürüyüşün sonunda bir kalbi Allah’a açmaktır. 

Hac da kurban da “Allah’ın şiarlarındandır” ve “Allah’ın şiarlarına saygı göstermek, kalplerin takvasındandır.” (Hac,32)

Her hacda bu örnek aile yad edilir, her kurbanla bir ahit tazelenir. 

KURBANIN RUHU: BABADA SADAKAT, ANNEDE TEVEKKÜL, EVLATTA TESLİMİYET

Bugün yeniden rahmet toplumu inşa etmek istiyorsak, işe aileden başlamalıyız.

Hazreti Hâcer gibi anneler,

Yorumlar 0 Yorum Var