'Âşık tarzı' şiirleriyle Türk edebiyatında önemli bir yer edinen Abdurrahim Karakoç'un hayat hikayesi...

"Bazıları 'Gerçek mi?' diyor. Gerçek, diyorum ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban. Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. 'Lambadaki alev üşüyor' çıktı... Bazen aklıma düşüyor. Ben ‘Unutursun’ diyorum ama, insan hiçbir zaman unutamıyor... O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. 'Unutmak kolay mı?' mektubun başlığı..."

MİHRİBAN’IN HİKAYESİ

Milyonların diline dolanan, tertemiz ve kavuşulmayan bir aşkın öyküsünü anlatan Mihriban’ı bu sözlerle anlatmıştı Abdürrahim Karakoç. Yıllar sonra bir televizyon programında ise bu eşsiz şiiri, daha da unutulmaz hale getiren Musa Eroğlu ise beste hikayesini ise şu sözlerle anlatacaktı:

Ben Abdürrahim Karakoç’u tanımazdım. Kendi tanıdığım şairlerin şiirlerinden beste yapardım. Bir gün kızım Dosta Doğru kitabını getirip bunun içinde güzel besteler çıkacak şiirler olduğunu söyledi. İtiraz ettim. ‘Yeter daha okumuyorum şiir falan’ dedim. Ama kızım ısrar edince o gece sabaha kadar 3 kere okudum kitabı. Besteler kendiliğinden geldi zaten. Mecbur kaldım bestelemeye. Mihribanla başladım. Arkası geldi. Ondan sonra da Abdürrahim Karakoç bestecisi oldum.

Abdürrahim Karakoç’u sadece Mihriban üzerinden anlatmak, ustaya büyük haksızlık olur ama Mihriban’dan bahsetmemek daha da büyük saygısızlık olur. Çünkü duru ve akıcı bir Türkçeyle, hece vezni ile hem kitaplarda hem şarkılarda bu kadar çok gönle değen bir şair Türk edebiyat tarihinde çok az bulunur.

İLKOKULDAN SONRA OKUYAMADI

Abdürrahim Karakoç’un bu derece nadide eserlerle dolu hayatı Kahramanmaraş’a bağlı Elbistan ilçesinin Celâ köyünde 7 Nisan 1932’de başladı. Babası çiftçilikle uğraşan, hece vezniyle halk şairleri tarzında şiirler de yazan Ümmet Efendi, annesi Fadime Hanım’dı. Babasının bu sanatı hem kendisi hem ağabeyi Bahattin’e geçecekti. Ancak imkansızlıklar yüzünden ilkokuldan sonra okuyamadı. Köyde marangozluk ve çiftçilik yaptı. Bir taraftan da babası ve ağabeyi gibi şiirler yazdı. Köyü Cela, Ekinözü adını alıp belde olunca 1958’de muhasebeci olarak belediyede görev aldı. Aynı yıl tüm yazdıklarını da yırttı attı. Şiirlerinde yepyeni bir sayfa açtı ve 22 şiirden meydana gelen Hasan’a Mektuplar’ı yazmaya başladı.

ŞAİRLİK BİR AİLE GELENEĞİ

Şiir zevkini ve rengini Balcı Fakı diye tanınan ve halk şiirleri söyleyen dedesi Mehmet Efendi ile babası Ümmet Efendi’den almıştı. Tahsili yarım kalsa da Türk halk şiiri geleneğine sahip bir ortamda büyüdüğü için kalemine çok hakimdi. İlk şiirleri 1955’te Elbistan’da çıkan Engizek gazetesinde yayımlandı. Halk şiirinin tükendiği, tıkandığı yerde şiirini yeni hayallerle oluşturarak saz çalmadığı halde âşık tarzı Türk şiirinde âdeta yenilikler yapmıştır.

AVAREYDİM, BOŞLUĞUMU ŞİİRLE DOLDURDUM

Çocukluk günlerini yıllar sonra şu sözlerle anlatmıştı: “Ebedi kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine, 7 Nisan 1932'de dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle böyle geçti. Kıt imkanlara, kıtlık yıllarına rağmen hala o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam, 'Özlenecek nesi var?' diyebilir ama ben hep çocukluk yıllarımı sevdim. Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç, şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim. Boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gitti."

- ŞİİRE NASIL BAŞLADINIZ?

- BESMELE İLE

“Şiire nasıl başladınız” sorusuna “Besmele ile” cevabını veren Karakoç kendi hayatını anlatan sözlerindeki samimiyetini mısralara da kolay geçirdi. Türk şiirine kattığı kendine has tarzı ile kolayca adından söz ettirdi. 1964’te Hasan’a Mektuplar’ın yayınlaması ile şöhreti iyice pekişti. Daha sonra beş şiirden oluşan “Hasan’dan Gelen Mektup”, sekiz şiirden oluşan “Haberler Bülteni”, yedi şiirden oluşan “Vatandaş Türküsü”, beş şiirden oluşan “Masal” Karakoç’un adını Türk edebiyat tarihine tam manasıyla yazdırdı.

ANADOLU İNSANININ DERTLERİNİ ANLATTI

Köyde doğup büyümesi, Karakoç’un bu insanların ortak duygu ve düşüncelerini kendi köyü üzerinden tanımlamasına ve Anadolu’nun büyük oranda benzer coğrafyasını hitap etmesine olanak tanıdı. 50’li 60’lı yıllardaki Anadolu köyü ve köylü gerçeğini bütün çıplaklığıyla dile getirdi. Anadolu insanının hastahane ve mahkeme kapılarında karşılaştığı zorlukları, çektiği sıkıntıları, siyasetçilerin vaatlerini yerine getirmeyip vatandaşları aldatmasını insanı derinden sarsan yergi ve öfke duygularıyla dile getirdi.

Karakoç’un şiirlerinde toplumsal bozuklukların dile getirilmesi yanında temiz vicdanları yücelten, çirkinliğe, bayağılığa, hainliğe isyan eden İslâmî bir anlayış ve eda da hep yer aldı.

Temiz Türkçe ve hece vezniyle aşk, ayrılık, özlem, tabiat ve gurbet konulu şiirler yazan Karakoç, şiirindeki ahengi aliterasyon (aynı sesin veya hecenin tekrarlanması) ve asonanslarla (aynı ünlü seslerin tekrarı) sağladı.

Usta şairin 100'e yakın şiiri bestelenerek İbrahim Tatlıses, Şükriye Tutkun, Selda Bağcan, Musa Eroğlu, Esat Kabaklı, Gülay, Orhan Hakalmaz, Hasan Sağındık, Selçuk Küpçük, Gülşen Kutlu, Sevcan Orhan, Güler Duman, Gündoğar ve Azerin tarafından seslendirilerek geniş kitlelere ulaştı.

AVUKAT TUTMADI, KENDİSİNİ SAVUNDU

Şiirlerinde usta bir dille siyaseti hicveden, müstehzi ifadeler sıklıkla yer aldı. Anadolu insanın yaşadığı haksızlıkları dile getirdiği şiirleri nedeniyle yaklaşık otuz defa mahkemeye verildi ancak bütün suçlamalardan beraat etti. Hiçbir mahkemesinde avukat tutmadı, hep kendi kendini savundu. Hiçbir iktidarla da barışık olmadı. Sadece halkın sevgilisi oldu.

Şairliğinin yanı sıra Ekinözü beldesindeki muhasebecilik görevini 1981 yılının Mart ayında emekliye ayrılıncaya kadar sürdürdü. Ardından Ankara’ya yerleşti. Burada şiir çalışmaları yanında bazı gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yaptı. Usta şairin eserleri Fedai, Devlet, Töre, Bizim Ocak dergileriyle kendisinin çıkardığı Yeni Ufuk gazetesinin yanı sıra, Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Gündüz gazetelerinde okuyucuyla buluştu.

Büyük Birlik Partisi’nin kuruluşunda yer aldı. Ancak sonra siyasetten ayrıldı. Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı: “Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım”.

“İSLAM’IN DIŞINDA ARAMA BENİ”

Evli ve 3 çocuk babası olan Karakoç, 7 Haziran 2012'de tedavi gördüğü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde vefat etti. Cenaze namazı eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez tarafından kıldırılan Karakoç'un naaşı, Kocatepe Camisi'ndeki törenin ardından Bağlum Mezarlığı'nda Şeyh Abdülhakim Arvasi Türbesi'nin yanına defnedildi.

Aşık Şerif Mahzuni’den tarihçi Ahmet Kabaklı’ya kadar birçok usta onun samimiyetini, alçak gönüllüğünü ve ustalığını anlatan sözler dile getirdi. Ancak her zamanki duru Türkçesiyle yıllarca yaptığı gibi belki de kendisini de en iyi o anlatmıştı Evlad-ı Osmanlı isimli şiirinde:

İman kaynağımdır, tevhid havuzum
İslam'ın dışında arama beni
Muhammed-ül Emin tek kılavuzum
Putların peşinde arama beni
Hak kelâm duyduğum kitap Kur'an'dır
Başka yok! Uyduğum kitap Kur'an'dır
Dolduğum, doyduğum kitap Kur'an'dır
Beşerin 'boş'unda arama beni."

Yorumlar 0 Yorum Var