Mürşidi kamil silsilelerinin son numunelerinden biri olan Mehmed Zahid Kotku bundan 43 yıl önce 13 Kasım 1980 tarihinde vefat ederek darı bekaya irtihal etmişti.
Prof. Dr. Mustafa Kara'nın artık bir klasik haline gelmiş “Din, Hayat ve Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler” isimli kitabında tasavvufa meraklılar için yeterli genel kültür bilgilerini bulmak mümkündür. Özellikle kitabın baş kısmında yer alan, Mustafa Kara’nın da hocası olan sahanın otoritelerinden Prof. Dr. Süleyman Uludağ hocanın “Tasavvuf nedir, ne değildir?” anlamında verdiği sunuş bilgisi de ‘efradını camii, ağyarını mani’ bir güzel özettir.
Tekkeler ve Zaviyeleri anlatan bu kitapta Osmanlı kaynaklarında yer aldığı şekliyle bir mürşidi kamilin özelliklerinden şu şekilde bahsediliyor: Süleymaniye vakfiyesine göre; tekke şeyhinde şu vasıflar bulunacaktır: Vaiz ve nasih ve şeyh-i salih, alim, amil ve fazıl ve kamil müfessiri kelam-ı allam ve muhaddisi ahbari nebi, mahrem-i esrar ve gavvas-ı deryayı namütenâhi, mürşidi salikin, dinde rasih ve takvada şamih, enisi evtad ve celisi efrad, kaşifi esrarı hakikat ve mazhar envari tarikat olan bir kimesne….”
Yazar, balkan coğrafyasından bir mürşidi kamil evsafını da şöyle naklediyor: Saraybosna'daki Hüsrev Paşa caminin müesseselerinde olan tekkeye alınacak şeyhin “Dindar, takva sahibi, yüce şeriatın emirlerini ifa eder, abit, zahit ve evliyanın tavru hareketlerine uyan, namazlarını cemaatle kılan, oruç tutan, zikreden, Kur'an-ı Kerim'i tilavet eden, şehvetlerini yenen ve insanları hidayete sevk edebilecek kabiliyete sahip bir kimse olması” şart koşulmuştur. (Kara,2015:137).
Son dönem mutasavvıflarından Mehmed Zahid Kotku işte bu vasıflarda bir mürşidi kamildi. Kendisi de bu hassas konuda şu tespitleri yapmaktadır: Rüyalar vasıtası ile kendilerine irşad izni verildiğini iddia eden şeyh taslaklarına büyüklerimiz 'tarikat hırsızı' diye ad vermişlerdir. Eşrefzade der ki: On sekiz şeyhe vasıl oldum, dördünü kâmil buldum, birinde kemale erdim.” (Tasavvufi Ahlak,2/14).
Mehmed Zahid Kotku,şöyle devam ediyor: (…..) Artık bu beyan olunan hadis-i şeriflerle, insan insaf edip Hak'kın zikrini en mühim bir vazife bilerek, Ehl-i sünnet vel cemaatten olan bir mürebbi bulmalıdır. Bu mümkün olmazsa, bu eser onun için en güzel mürşid ve mürebbi olarak kafi gelir. (Tasavvufi Ahlak,1/28).
Kotku Hocaefendi, bu anlamda geçmişten günümüze ortaya çıkan yozlaşmaya da şöyle değiniyor: (…..) "Evvelki zamanlarda tekke denilen dergâhlar vardı. Oralardaki kimseler kâmil ve mütekemmil kimseler olduğundan oralara devam eden kimseler de insanlıktan nasipleri kadar alırlardı.Buralarda Kur'an'lar okunur, zikirler yapılır, güzel ve ibretli kasideler okunur, nasihatler verilirdi.Buralarda bulunanlar Allah Teâlâ'nın lütfuna, rahmetine, ihsanına nail olurlar, aldıkları feyzlerle ahlakları güzelleşirdi. Dergâhlar, aynı zamanda birer terbiye ocağı olduğundan oralara devam edenler, zaman içinde bir bakarsınız pek güzel insanlar oluverirlerdi. Sonraları bu yerler bozulmağa yüz tutmuş ve en nihayet kapatılmış gitmiştir. Şimdi bunların yerlerini kahvehaneler, dans ve balo yerleri almış. 'Allah yardımcımız olsun' demekten başka çaremiz yok." (Hadislerle Nasihatler, 1/204).
Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi “Şeriatın bulunmadığı yerde tarikatın olmasına imkan yoktur" (Tasavvufi Ahlak,c 2,sahife106) diyerek bu konudaki ölçüyü kesin olarak bir kez daha ortaya koymuştur.