Maarif Modeli, Türkiye’nin kültürel değerlerini merkeze alan, öğrenciye yerel ve evrensel bilgiyi birlikte sunmayı amaçlayan yeni bir eğitim yaklaşımı. Prof. Dr. Bayram Özer de, modelin felsefesini, eleştirileri ve gelecekteki eğitim sistemine etkilerini anlatıyor. Özer ayrıca, lise eğitiminin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili tartışmalara da önemli cevaplar verdi. 

"DERS KİTAPLARI BİZİM TARİHİMİZİ ANLATACAK"

19 Mayıs Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bayram Özer şunları söyledi:

Maarif modeli 2024-2025 öğretim yılıyla uygulanmaya başladı. Bazı değişiklikler getirdi. Felsefe anlamında, düşünce anlamında, paradigma değişimi dediğimiz dönüşümü hedefleyen bir iddiası var aslında. Ve o da şu: Bizim ders kitaplarımız bu ülkedeki çocuklara, yani bizim çocuklarımıza bu ülkeyi anlatsın. Bizi anlatsın yani. Bizim neyimizi anlatacak? Yaşantımızı anlatacak, inancımızı anlatacak, düşüncemizi anlatacak, sosyolojimizi anlatacak. Yani her şeyi anlatacak. Bu coğrafyayı anlatacak. Bizim tarihimizi anlatacak önce. En temel, en güçlü iddiası bu.

Bunun yansımasını modelin içinde öğrenci profili dediğimiz bir alan var. Bir de değer eğitimi dediğimiz "erdem-değer-eylem" çerçevesi diye biliniyor. Aslında hayatı çocuklara kitap üzerinden okullarda anlatmanın teorik halidir edep çerçevesi. Burada bu düşünce güçlü bir şekilde vurgulanıyor.  Ben de yaklaşık 2 yıldır alanda öğretmenlerle sürekli çalışıyoruz. Modeli anlatıyoruz, modeli konuşuyoruz, onu yazıyoruz. Hatta araştırıyoruz, geri tepkileri alıyoruz. Öyle tepkiler çok değil aslında. Çokmuş gibi görünse de alanda öğretmenler ciddi anlamda, özellikle kitaplar ellerine geçip bunu uygulamaya başladıklarında burada ne yapılmak istenildiğini, ne anlatılmaya çalışıldığını tam anladığında çok büyük kısmı bu müfredatın gerçekten az önce bahsettiğim iddiayı uygulamaya çalıştığını anlıyor.

ELEŞTİRİLERE CEVAP: ÖYLE OLMADIĞI ORTADA

Ama arkada bir iddia daha var. Mesela şöyle deniliyor: Değer eğitimi diye bir şey koymuşsunuz buraya ama aslında amacınız din eğitimi yapmak. Bunu perdelemek için değer eğitimi demişsiniz. Ve bunu şöyle somutlaştırıyorlar: Örneğin diyor, "merhamet" değeri koymuşsunuz. Merhamet, acımak anlamına gelir ve bu acımak, kibirli bir değerdir ve arka planda da yine dini bir literatüre dayanır. Buna benzer Maarif kavramı diye bir kavram var. Bu aynı şekilde modern ve pedagojik yaklaşımlarla uyumlu değil. Bunları birleştirdiğimizde başka bir niyet ortaya çıkıyor diye bir iddiayla karşılaşıyoruz.
Aslında öyle olmadığı çok net ortada. Çünkü hem bu örnekler üzerinden gidiyorum, bunu anlatabilmek için çok fazla burada farklı bakış açılarla geliştirilebilir. Mesela "maarif" kavramına gelelim. Maarif çok eskimiş kavram olarak nitelendirilse de, dini jargonla, dini literatürle ilişkilendirilse de 1967 yılına kadar bizim Milli Eğitim Bakanlığımızın adı Maarif Vekaletidir. Ve bu kavram bizim bin yıllık tarihimizde var ve halen de var. Sadece biraz az kullanılıyor. Şu an Talim Terbiye Kurulu’nda olduğu gibi aslında talim ve terbiye maarifle birleşince, okullarda yaptığımız bütün işi tanımlayan 3 tane kavram. Talim ve terbiyeyi kullanıyoruz. En başından beri kullanıyoruz. Cumhuriyet tarihinde kurulmuş bir kuruluştan bahsediyoruz. Öncesi de var. Ama bir yerde maarifi bırakmışız. Sonra şimdi bu bizim amacımızı daha iyi anlatıyor, alanda yaptığımız işi daha iyi karşılayan bir kavram diye oraya koyduğunda bakanlık, başka bir art niyet aranıyor.

"BASKI VE HEGEMONYA İLE KARŞI KARŞIYAYIZ"

Belki de kendi istedikleri gibi değiştirilmesini istiyorlar. Burada zaten bir hegemonya var. Bir baskı, bir dayatmayla karşı karşıyayız. Mesela zorunlu eğitimde de öyle bir durum söz konusu veya karma eğitimde de var. Burada da aynı şey var. Tek bir kalıpta olsun. Nedir o? Batılılaşma diye bir iddiamız var bizim. Tamam bu olabilir, yanlış değil. Batı’dan örnekler alalım. Bunu kötülemiyoruz. Bunun karşısına bir şey koyuluyor, onu yüceltmek için, onu değerli göstermek için. O karşısına konulan şey de biz oluyoruz. Geleneklerimiz oluyor. Geleneklerin içerisinde olan her şey ona rakip gibi gösteriliyor ve onu yüceltmek için bu kötüleniyor, düşmanlaştırılıyor. Bakıyorsun düşmanlaştırılan her şey bana ait şeyler. Maarif bana ait, mefkure bana ait, merhamet bana ait. Saygı için de geçerli bu mesela.

Saygı diye bir değerimiz var. Saygı değeri bizim kültürümüzde başkadır, Batı kültüründe başkadır, Doğu kültüründe başkadır. Mesela saygı değeri evrenseldir, doğru. Ama ismi evrenseldir, anlamı değil. Benim kültürümde bir öğrenci öğretmenine ismiyle hitap ederse nasıl anlaşılır? Saygısızlık diye anlaşılır. Amerikan kültüründe bir öğrenci öğretmenine ismiyle hitap ederse bu hiç böyle saygısızlık olarak anlaşılmaz. Hatta nezaket gibi de algılanır. Çin’de bu neredeyse suç gibi algılanır. Japonya’da ciddi bir sorundur. Onun telafisi için çok gösterişli törenler düzenlemek gerekir, özür dilemesi gerekir. O yüzden ben saygıyı kendi kültürümden nasıl anlıyorum, nasıl yaşıyorum, nasıl hissediyorum? Diğer kavramların tamamı için geçerli bu ve müfredat bunu diyor. Müfredatta yer alan her bilgi, her kavram, her değer, her bilimsel anlam evrensel olduğu kadar yereldir ve önce yereldir hatta. Yerel hali, kültürel hali birleştirilmeden, orada kullanılmadan evrensel her şeye bakmayı öğretirsen çocuklarına bir süre sonra çocukların ilk yapacağı iş seni sevmemektir.

LİSE HAKKINDA YENİ TARTIŞMALAR

İnsanları belli bir noktada zorlamak artık zarar vermeye de başlıyor. Çünkü kurduğumuz sistem herkesi aynı sürede, aynı şartlarda, aynı koşullarda tek bir hedefe yönlendiriyor. Bizim ülkemizde şu an zorunlu eğitim 12 yıl ama üniversite de zorunlu gibi algılanmaya başladı artık. Niye? Liseyi bitiren herkes üniversiteyi kazanmak zorunda hissediyor kendini. Ve nüfusun önemli bir kısmı girmemesi gereken sınava giriyor, o sınavdan çok düşük puan alıyor ve niye bu sınavlardan bu kadar düşük puan alan öğrenciler var diye bunları tartışmaya başlıyoruz. Bunun üzerinden eğitim sistemimizi sorguluyoruz.

Zaten o öğrenciler o sınava girmemesi gerekiyordu. Nüfusun yarısı yaklaşık o kademeden önce hayata atılıp bir meslek öğrenip iş yapması, kendi başına, kendi ayakları üstünde durabiliyor olması gerekiyordu. Ama sistem herkesi oraya itiyor. Bunu aşmak adına son zamanda bir talep var. Halk, çocuklarının artık üniversiteye okuyarak bir yere varamadığını, diplomanın yetmediğini, üniversite bitince işsiz kalmanın sorunlarını yaşadıkça daha çok hissetmeye başladı. Bu talepe dönüştü, söylenmeye başlandı, konuşuluyor ve karar vericiler de bunu duydu artık. Diyorlar ki o zaman tamam, son dörtte bir şeyler yapalım. Son dördü zorunlu olmaktan çıkartalım mı diyorlar. Kamuoyuna tartışın diye de işaret veriyorlar. İki artı iki mi olur? Yani ikisi zorunlu olsun, sonra ikisi seçenekli olsun, başka mesleklere yönlendirsin gibi. Bunun gibi seçenekler sunuluyor. Hepsi konuşulmaya değer.

"LİSE ZORUNLU OLMAMALI"

Ama burada benim iddiam ve önerim, şahsi bu değerlendirmem: Lisenin zorunlu olmaması. Böyle dediğinde şöyle karşı çıkıyorlar. Zorunlu eğitime tamamen karşı gibi algılıyorlar ve zorunluluğu kaldırdığımızda bütün öğrenciler liseyi okumaktan vazgeçecek gibi düşünüyorlar. Yani büyük ihtimalle zorunlu olmaktan çıksa bile şu andaki nüfusun çok büyük kısmı yine liseyi okuyacak. Zaten zorunlu iken bile şu anda nüfusun yaklaşık üçte biri liseyi bitirmiyor, diploma almıyor. O zaman biraz serbest bırakalım. Orada kendi yolunu bulmak isteyen, istediği şekilde mutlu olmak isteyen, bir şekilde hayata atılmak, meslek öğrenmek, meslek eğitimi almak isteyen kişiler hem sistemin baskı unsuru olmaktan kurtulurlar hem de daha kısa yoldan beceriler kazanmaya, ülkeye üretimle katkıda bulunmaya başlarlar. Bu anlamda ben en azından lisenin tercihe bırakılması, seçeneklerin arttırılması, online, sanal eğitim seçeneklerinin insanlara daha çok sunulması ve zorunlu olarak eğitime zorladığımız halde gelemeyenlere bu yolla belki eğitim fırsatı sunabileceğimizi düşünüyorum. Seçenek arttırmak lazım.

Yorumlar 0 Yorum Var